Geçen hafta sonu Bursa ve Çanakkale’deydim. Tarihi mekânları, şehitliklerimizi ziyaret ettim. Bu altıncı defa gidişim Çanakkale’ye. Her ziyarette farklı bir kahramanlık hikâyesine şahit oluyorum. Çanakkale böyle mübarek bir yer.
.
Bir asır geçti Şanlı Çanakkale Zaferimizin üzerinden. Düşman sürüsü üzerimize çullandığında coğrafyamızın dört bir yanından akın akın Çanakkale Cephesine koşmuştu yiğitler. Çiftçisi, doktoru, mühendisi, esnafı, öğretmeni, öğrencisi… Hem de geri dönmeyi düşünmeden şehadete koştular. Din, devlet, vatan ve millet payidar olsun diye canlarını feda ettiler. O aslanların hikâyelerini iyi okumak ve iyi anlamak gerek. Çanakkale ruhu bu hikâyeler de saklı bence.
.
Çanakkale din, devlet, vatan ve millet uğruna gözünü kırpmadan, hiç düşünmeden her şeyini feda eden İslâm erlerinin kahramanca savaşarak toprağa düştüğü, her adımı şehit kanlarıyla sulanmış mübarek vatan toprağıdır. Vatanın tapusudur o şehitlikler.
.
Bu mübarek yerde ziyaret ettiğimiz her mekân, her şehitlik, taş, toprak, ağaç, deniz her ne varsa, kahramanların hikâyelerini fısıldar kulağımıza. Hangi birini sayalım burada, bizde kahraman bitmez. Her Türk evladı anasından kahraman doğar zaten bu topraklarda. Seyyit Onbaşı, Ezineli Yahya Çavuş, Gönüllü bombacı Ali Reşat, Mehmet Muzaffer, Kınalı Hasan, Saka Mustafa, Erzincanlı Hasan Çavuş, Bigalı Mehmet Çavuş, Kör Halis, Halil Çavuş, İbradalı Hayrettin, Niğdeli Ali, Salihlili Mustafa oğlu Mehmet, Nezahat Onbaşı, Mücahide Hatice Hanım, Dragaşlı Zeynep Mido Çavuş, daha niceleri.
.
Ben de bu haftaki yazımı bu kahramanlara ayırmak istedim. Sizlerle cephenin içinden üç hikâye paylaşacağım. Gazi Hüseyin KAÇMAZ dedemiz, Edincikli Mehmet Er ve Halil ile İbrahim’in hikâyeleri. Allah hepsinden razı olsun. Onlara minnettarız.
.
57. Alay şehitliğinde rehberimiz Faruk beyden Hüseyin KAÇMAZ dedemizin hikâyesini dinlerken gözlerim doldu. Ondaki ruh, Çanakkale ruhuydu. 1884 yılında Karadeniz Ereğli’ye bağlı Kestaneci köyünde dünyaya gelir Hüseyin KAÇMAZ dedemiz. Sırasıyla Balkan ve Çanakkale savaşlarıyla Dumlupınar Meydan Savaşına katılmış. Gençliğinin en güzel yılları cephede vatan savunmasında geçmiştir. Tam on dört yılı geçmiş cephelerde, dile kolay on dört yıl. 10 Ağustos 1915’te Conkbayırı’nda muharebe esnasında yaralanarak gazi olmuş. İstiklâl Madalyası sahibi de olan Hüseyin KAÇMAZ 110 yaşında vefat etmiştir. 1994 yılında vefat ettiğinde "dünyanın en yaşlı, son Çanakkale gazisi" ünvanını taşıyordu. Çanakkale'de 57. Alay Şehitliği'ne girdiğinizde hemen sol köşede onun adını yaşatmak için yapılmış heykelini görürsünüz.
.
Rehberimizin anlattığına göre babası Plevne’de savaşır Hüseyin KAÇMAZ dedemizin. Çanakkale Savaşlarına asker çağrılmaya başlandığında oğlunun cepheye gitmemesi için babası kırk altın bedel ödemek istemiş. Gazi Hüseyin KAÇMAZ dedemizin annesi bu işe karşı çıkmış ve hiddetle: “Ben onun beşiğini sallarken, oğlum beni şehit veya gazi anası yapacak diye ninniler söylerdim, nasıl olur da savaşa göndermem.” demiş. Üç altın vermiş oğluna ve onu kınalayarak askere, Çanakkale cephesine göndermiş. Köyündeki gönüllülerle beraber o da cepheye koşmuş. Kaçmaz soyadının hikâyesi de buradan geliyormuş. Savaşlardan kaçmadığı için Soyadı Kanunu çıkınca da Kaçmaz soyadını almış.
.
Vefat etmeden birkaç sene önce bir zamanlar savaştığı Gelibolu yarımadasında, arkadaşlarını şehit olarak toprağa bıraktığı o mübarek yerlerde büyük bir orman yangını çıkmış. Bu yangına çok üzülmüş Hüseyin KAÇMAZ dedemiz ve ağlayarak şöyle demiş: “Arkadaşlarımın yorganı yanıyor!” Yangın çıkan alanda yeniden ağaçlandırma çalışmaları yapıldığını duyan Hüseyin KAÇMAZ gazilik maaşının yarısını bu ağaçlandırma çalışmaları için bağışlamış.
.
Rehberimizin anlattığı ikinci hikâye, Halil ile İbrahim’in hikâyesiydi. Bu hikâye, Çanakkale’de vatan için çarpışan, şehadete koşan yiğitlerin ne kadar asil bir ruha sahip olduklarını gösterir bize. Gelibolu’da Kocadere köyüne büyük bir sargı yeri, yani seyyar hastane kuruluyor. Bosna’dan, Halep’ten, Sivas’tan, Konya’dan, Üsküp’ten velhasıl Osmanlı coğrafyasının her köşesinden cepheye gelmiş yiğitlerimizden yaralı olanlar burada tedavi ediliyor. Yaralıların içinde yarası çok ağır olan bir yiğit var, adı Halil. Lâpseki’nin Beybaş köyünden. Yarası o kadar ağır ki Halil’in nefes almakta zorlanıyor. O haliyle komutanına yaslanarak şu son sözlerini söylüyor: “Komutanım ölme ihtimalim çok fazla. Size bir pusula bıraktım. O pusulada arkadaşıma yazdığım önemli bir not var. Lütfen ona ulaştırın. Ben, köylüm Lâpsekili İbrahim Onbaşı’dan bir Mecidiye borç para almıştım. Onunla görüşme fırsatım olmadı. Yaram çok ağır, ölürsem söyleyin bana hakkını helal etsin. ” Komutanı her tarafı kan revan içinde olan Halil’in başını okşayarak: “Sen meraklanma evladım, isteğin yerine getirilecektir.” der. Bu konuşmadan biraz sonra Lâpsekili Halil, komutanının kolları arasında şehadet şerbetini içer. Bu arada sargı yerine sürekli hücum hattından yaralılar geliyor. Gelenlerin çoğu yaraları çok ağır olduğu için sargı yerine varamadan yolda şehit düşmektedir. Şehitlerin üzerlerinden çıkan eşyalar, asker künyeleri komutanlarına teslim ediliyor haliyle. Halil’in acısıyla gözyaşı döken komutanın eline bir künye ve bir pusula veriyorlar. Künye ve pusula Beybaş Köyünden Halil’in arkadaşı İbrahim’e ait. Komutan pusulayı açıp gözyaşları içerisinde hıçkıra hıçkıra ağlayarak okuyor. Ve pusulada şu not yazmaktadır: “Ben Beybaş köyünden Halil’e bir Mecidiye borç vermiştim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra hücuma kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin, ben ona hakkımı helal ettim!”
.
Ya Edincikli Mehmet Er’in hikayesi… Bir top mermisi Edincikli Mehmet Er’in koluna isabet eder ve kolunu parçalar. Kanlar içerisindeki kolundan bir et parçası sarkmaktadır. Komutanına yalvarır: “Komutanım ne olur şu kolumu kes!” Teğmen sağ eliyle tuttuğu sarkık kola bakarken dona kalmıştır. Edincikli Mehmet Er yalvarmaktadır hala: “Allah rızası için kes şu kolumu komutanım!” Teğmen Saip, bu yürekten gelen sesi emir belleyip bıçağını çıkarır ve sarkık duran kolu keser. Edincikli Mehmet Er, gık bile dememiş, hiçbir acı duymamıştır. Başını kaldırır Allah Allah nidalarıyla çarpışan aslan parçası yiğit arkadaşlarına bakar ve kesik kolu fırlatıp atar. “Bu kol bu vatana feda olsun!” diyerek o haliyle hücum saflarına katılır.
.
Kendini Rabbine teslim eden Edincikli Mehmet Er acıyı, özlemleri, sılayı, kendini unutmuş, rahmet denizinde tecelli dalgalarıyla yıkanıp arınıyordu. Hiçbir acı duymadan düşmanla çarpışmaya koşuyordu. O cehennemi andıran savaş sahnesi içinde onu durduracak kimse yoktur artık. Önüne çıkan düşmanla teke tek çarpışır. O gün karşısına çıkan bütün kâfirleri haklar. Lakin vakit, saat, nefes oraya kadardır. Kaderden kaçılmaz. Kesik kolundan dolayı aşırı kan kaybetmiştir. Artık mecali kalmamıştır. Yusuf yüzlü bu yiğidin yüzü solup sararmıştır. Edincikli Mehmet Er en yüksek mertebe olan şehadet mertebesine ermiştir.
.
Çanakkale her şeyin yanıp güle döndüğü, yiğitlerin bir gül bahçesine girer gibi şehadet şerbeti içerek cennete uçtuğu yerdir. Allah hepsine rahmet etsin, bizleri de şefaatlerine nail eylesin.,
.
ŞİİR FALINDAN:
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Mehmet Akif ERSOY