Aslında olayın olduğu zaman yazmak istedim bu konuyu. Fakat daha öncesinde hâlihazırda üzerinde çalıştığım yazılarım olduğu için bu konuyu biraz iteledim; biraz da unutulsun istedim. Olay vuku bulduğunda herkes bir şeyler yazdı çizdi söyledi.
Olay (vaka) kelimesi sosyolojik olarak daha dar kapsamlı bir durumdur. Olgu (vakıa) ise daha genel. Trafik kazası bir vakıa iken, İstanbul’un bir ilçesinde ismi cismi adı sanı belli olan bir kişiye kesilen trafik cezası ise vakadır. Neydi bu vaka hatırlayalım. Tarih 1 Kasım 2018 Perşembe. İstanbul’da trafik polisleri sıradan bir kontrol yapıyor. Yapsınlar da zaten. Kontrol esnasında bir üniversitede öğretim görevlisi kadın sürücü çığlık atıyor! Suçlu mu, Evet. Trafikte cep telefonu ile konuşmaktan, seyir halinde emniyet kemeri takmamaktan kendisine ceza kesiliyor. Gayet normal. O esnada yanında ehliyeti olmadığı veya ehliyetin kırılmış olduğu da anlaşılıyor. Ancak anormal gelişen vaka burada patlak veriyor. Kadın sürücü birden bağırıyor, sinir krizleri geçiriyor. İsteği de şu; ceza kesilsin ancak kamera görüntüsü alınmasın yani olay duyulmasın istiyor. Yetişmesi gereken bir toplantısı var bitirmesi gereken işleri. Çünkü o bir kadın, çünkü o bir üniversitede hoca. Başkalarına örnek olmak gibi zorunlu ve asli görevi var. Bana göre hatasını anladığından utanç duyuyor, haber yayılsın istemiyor. Fakat tam tersi birden meşhur (!) oluyor. Burada fail, meşhur olmak istemeyen bir öğretmen.
İkinci vaka ise Sıla adında bir şarkıcı. Nikâhsız yaşadığı eşinden(!) yediği dayak sonrası haftalarca medyayı meşgul etti. Gereksiz biz zaman çalımı oldu bence. İnsanlar Ahmet Kural’ı Düğün Dernek filmlerinden hatırlıyordu. Keşke hayat çizgileri, film de olsa düzgün rol yapanların gerçek hayatında da rolü düzgün olsa. Bu da bir vakıadır.
Diğer vakıa ise nikâhsız yaşama gerçeğidir! Burada vaka ise Ahmet ile Sıla’nın nikâhsız evliliğidir. Kimsenin özel hayatını irdelemiyoruz, öyle bir hakkımız da yok zaten. Ancak 90’lı yıllarda televole kültürü gözümüze gözümüze sokulduğu için barlarda reynalarda, buraya alternatif yayla isimli gece kulüplerinde eğlenen sanatçılar(!) kendilerini pencerelerden sarkıtır, tuvaletlerde mahsur kalır, arabası ile giderken bir yerlere çarparlardı. Bu o devrin bir meşhur olma yöntemiydi. Bu vakaya da misal, yaşım müsait olduğundan biliyorum; Hande Ataizi…
İkibinküsürlerde de durum değişmedi. Nikâhsız yaşantı özenti olmaktan çıktı bizzat gerçek oldu. Aleyna isimli tilki gençliğe zorla örnek diye kabul ettirildi. Kore müzik grupları ortaokul öğrencileri arasında hüsnü kabul gördü. Ve bir gün ana haberlerde Sıla (gerçek adı ne acaba?) isimli şarkıcı kadın, dayak yediğini göğsünü gere gere ballandıra ballandıra anlattı. Bu anlayış gençlerimize hem yeni bir rol model dayatması hem de meşhur olma ısrarıdır. Bu iki vaka burada böylece dursun. Burada da fail, meşhur olmak isteyen bir sanatçı!
Bir vakıa da Kadın ve Aile Bakanlığı. İsminde her ne kadar aile olsa da her nedense kadın ile öne çıkan bir bakanlık. Vaka ise bakanın Sıla’yı telefonla arayıp bizzat geçmiş olsun demesi. Temelinde aile olan bakanlığın, resmiyette aile olmayan bir kadının isyanını duyması, soruna çözüm üretebilmesi en azından telefonla hal hatır sorması garipsenecek bir durum değildir. Çünkü ortada bir insan var çünkü ortada bir insani mesele var. Fakat aynı kadın bakanlığımız ceza yediği için toplumun gözünde değerinin düşeceğinden korktuğu için haykıran, bağıran, çığlık atan diğer kadını duymadı! Nikâhsız eşinden (!) dayak yiyip -muhtemelen yeni bir singıl çıkartacak olan- Sıla kadar anlamadık bence bu bağıran kadın sürücüyü? Sıla bağırdı duyduk fakat diğer hanımı duy(a)madık!
Utanılacak bir yanlışlık yapan kadın mı ehliyetsiz yaşamaktadır yoksa utanılacak bir durumu meşhur olma kaygısıyla milletin gözüne sokan, ana haberlere isteyerek kendini malzeme yapan diğer kadın mı ehliyetsiz yaşamaktadır?
İki kadın, iki vaka, iki farklı tutum.