Bu topraklar kanla beslendi ancak canla umut oldu. Çanakkale’den Kafkasya’ya, Güney cephesinden Samsun’a ilk adımı atıncaya kadar her toprakta canımız var kanımız var. Kan demenin can demek olduğunu biz Anadolu’dan öğrendik. Toprak, candır.
İnsanı ayakta tutan mucizevi bir sıvı olan kan, aynı zamanda kardeşliktir. Aynı anne babadan olanlar elbet biyolojik kardeştirler. Kardeşlik kavramı maddi değil daha çok manevidir. Aynı kandan gelmese de müminler de şeksiz şüphesiz kardeştir. “Müminler ancak kardeştirler” ayeti bir müjdedir.(Hücurat Suresi,10.Ayet)
İlk insandan beri eserlerin yazıldığı, türlü buluşların yapıldığı, gözlemevlerinden denizciliğe değin türlü ilmi ve edebi çalışmaların yapıldığı Ortadoğu bizim kaderimizdir. Böylesi muazzam kültürle yoğrulmuş bir coğrafyanın kaderi savaşlar olmamalıydı.
Teksas’tan bu tarafa bakarsanız, evet bu topraklar Ortadoğu’dur. Peki, Anadolu’dan bakarsak bu topraklar bizim neremiz olur?
Ortaçağı kapatıp, Yeniçağı başlatan İstanbul’un fethinden başlamalı, İstanbul’dan bakmalıyız medeniyetimizi doğuran ve yoğuran coğrafya ’ya. O zaman Halep, Kerkük, Bağdat Ortadoğu mu, yoksa “kalbindoğusu” mu olmaktadır? Merhum Erbakan gibi söylemek lazım: ”Bana ne Amerika’dan”
Bizim bu topraklarımızda Ali Kuşçu rasathane kurup yıldızlara isim verirken, Avrupa’da evlerde henüz kanalizasyon sistemi bile yoktu. Fakat bugün Ortadoğu’da “size yer yok” denilmesi hangimizi incitmiyor?
Biz kalbimizi Ortadoğu’da bıraktık. Ama unutmadık. Biz kalbimizi bile isteyerek Ortadoğu’da bıraktık. Her bombada kalbimiz sarsılıyor, çocukların ölümünde kalbimiz tekliyor, her göçte kalbimiz daha da genişliyor. Kalbimize başka başka kalpleri ekliyoruz çünkü.
Kalbin doğusuna “Ortadoğu” denilmesinden bu yana günlerimiz hep zor geçiyor. İlk kalp atışımız başladığından beri ne hissediyorsak bugün de aynı şeyi hissediyoruz. Kalbimizle sesleniyoruz: Kalbiniz, emin ellerde.
1071’den beridir sürekli tekraren soruyorlar: Burada ne işiniz var? Misal bir insan, beynine, kollarına, ayaklarına hiç böyle soru sorar mı? Uzuvlarımız, kalbimiz olmadan çalışır mı?
Tarihsel döngü devam ediyor. Kavimler göçü hiç bitmedi. Irklar artık birbirine karıştı. Kimimizin hangi üstün ırktan olmasının ne önemi var. Üstünlüğün takvada (Allah’a en yakın oluş) oluyor olması türlü mazlumu ve mağduru misafir etmemizi emrediyor. Anadolu insanı yüksünmeden, söylenmeden kardeşliğini ensar (yardımcı) olarak yerine getirdi. Misafirimiz gitmek isterse elbette uğurlarız.
Alp Arslan’ın Malazgirt’ten girişinden beridir bu topraklar bizim. Ve bu toraklar bizim kalsın diye de her türlü entrikalarla göğüs göğüse çarpışıyoruz. Çarpışma alanımız kalbimiz. Kalp bölgemizi türlü işgallerden kurtarmak, korumak ve temizlemek için hep var olacağız.
Kalbimiz bugün İdlip’tir, yarın Halep, belki de Bağdat. Kalbimizin doğusu yorulunca tüm bedenimiz yoruluyor. Bunu biliyoruz.
Savaşlar artık cenk meydanlarında olmuyor. Bana göre savaşlar biyolojik de olmuyor. Günümüzde savaşlar kültürel iktidarlıkla ilgili. Ne kadar çok eser yazarsanız, ne kadar çok buluş yaparsanız savaşı kazanırsınız. Bir de sosyal medya var. Sosyal medyayı olumlu kullanmak şartıyla her Müslümanın orada olmasının elzem olduğunu düşünenlerdenim. Son iki gündeki yalan yanlış bilgiye ve algıya yenik düşseydik belki bugün sokaklarımız daha ateşli olacaktı. Allah korusun.
Kalbimizin doğusunu unutmayalım. Kadim medeniyetimizin varlığı, devamı ve mazluma adaletin tesisi için şehit olan Mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır; yaralı askerlerimize acil şifalar diliyoruz. Devletimiz var olsun.