Düşenin dostu olmaz, zaten onlardan da dost olmaz. Hüsamettin Özkan ve Bülent Ecevit örneği yüzyılın örneğidir bana göre. Manevi oğlumdur diyerek benimsediği ve hiç yanından ayırmadığı, evinin anahtarını dahi verebilecek kadar güvendiği, özel hayatı ile ilgili birçok sırrı bilen bu manevi oğul, günü gelince evini terk etti! Siyasetin edebiyatla tanıştığı nokta burasıdır. Ayrılık.
Avrupa’da, Amerika’da 18 yaşını dolduranlar sokağa-hayata bırakılır. Doğru veya yanlış. Bu kültürle yetişen gençlerin kendi ayakları üzerinde durması beklenir ve öğretilmeye çalışılır. Fakat bu maddi kültürün, maneviyat tarafı eksik kaldığından gençlerin çoğu ziyan olur. Ülkelerinin şaşaalı kentlerinin neonlarını süsler belirli bir zaman dilimi sonrasında bu kültürün gençleri.
Türk-İslam kültürün de ise bu böyle değildir. Buna aşırı korumacılık da diyebilirsiniz ama kırk yaşına da gelmiş olsak annelerimiz için biz halen sobanın arkasında uyuyarak büyüyen çocuklarıyız. Bakkala şeker almaya gönderirken üst üste tembihler, fırına ekmek almaya gönderirken sağa sola dikkat etmemizi sağlayan annelerimizin şefkat dolan gözleri, yolculuk başlangıcında inince bak mutlaka ara ama mutlaka ısrarları, bizi gerçekten sevmelerindendir. Aşırı korumacılığı böyle anlamak gerekir. Ben işte bu kültürü seviyorum. Avrupa’nın, Amerika’nın kentleşmesine(!) karşılık, bizimse geleneklerimizden kopmadığımızdan; canımıza can kattığımızdandır bu düşkünlük. Düşersek annelerimiz kaldırır tozlu yollardan, babalarımız da öper dizlerimizden.
Hep böyle mi kalsaydık, büyümese miydik? Biyolojik olarak çok değiştik. Zihinlerimizi de vurdu değişme hastalığı. Aslında zihinler bulanıklaştı. Flu diyorlar bu duruma. Fransızca sözcük kullanmak yerine bulanıklaşma kelimesi daha uygun. Maalesef bu bizim durumumuz. Donmuş bir resim var önümüzde. Hava kirliğini gibi caddelerimizi kaplayan sisler oturuyor gözlerimize. Yakınlarımızı da yakınımızı da göremez olduk. Görebilsek de bulamaz olduk. Kimse yerinde durmuyor. Akrabalar, arkadaşlar, sosyal organizasyonlarda garipleştik. Garip Arapçada yakınlık demektir. Bu yakınlığı fiziken yakınlık değil kalben yakınlık olarak anlamalıydık.
Ayrılık, siyasetle edebiyatın ortak noktası. Siyasette vurulan kapılar edebiyatımıza şiir olup döner bir gün. Bugün herkese her şekilde açılan kapılar yarın kapanabilir. Yanındakilerden dolayı açılan kapıların sürekli açık olması arzusu yanındakileri değiştirmekle mümkün olmamalıdır. Mevsimlere, takvimlere düşmanlık yapılmaz. Yıllar değişir ama pazartesi her mevsimde aynı pazartesidir.
İnsan hesap uzmanıdır. Geleceğini hesap eder, bugününü hesap eder. Kârlı bir alışverişe çıkmaktır yaşamak modern düşüncede. Her ne kadar bu tavır yanıltıcı ve eksik olsa da insanlar kârını düşünmektedir. Oysaki helal kâr ile normal kâr birbirinden farklıdır. Hesaplaşma konusunda uzman olan insan, kendisiyle hesaplaşan insan olmalıydı. Kârımız bugünümüz değil her günümüz olmalıdır. Değişik durumlara göre değişik mukavemet gösterenler sahici olmayan rüyada yaşamaktadırlar. Bir gün hepimizi bu uykudan uyandırırlar.