Merhaba dostlar, bu yazımızı bir vefa borcu olarak kadim dostlarımız kitaplara ayırdık. Uzun zamandır tavan arasına, tozlu raflara terk ettiğimiz kadim dostlarımıza… Bu yazımız kadim dostlarımıza bir vefa borcu olsun. Yine evlerimizde, oturma odalarımızın başköşesine onlar yerleşsin. Gençlerimizin ellerinde onlar olsun. Gündemimizi onlar işgal etsin. Velhasıl hayatımız, kadim dostumuz kitapla yeniden anlam kazansın.
*
Lise tahsilini bitirdiğimiz yıllarda gazeteler promosyon olarak kuponla ansiklopedi ve kitap verirlerdi. Bazı ansiklopediler ise, bayilerde fasikül fasikül satılırdı. Mesela TDV İslam Ansiklopedisi o yıllarda fasiküller halinde yayınlanıyordu. Ansiklopedi kuponu topladığımız o günleri hatırladım şimdi. Hey gidi günler, hey! Serde öğrencilik var, cepte beş kuruş paramız yok. Garibanlık işte! O devirlerde ansiklopedi sahibi olmak bir öğrenci için öyle kolay bir şey değildi. Bu yüzden, harçlıklarımızdan kısarak cilt cilt veya fasikül fasikül ansiklopedi temin etmek ekonomik yönden bize daha cazip geliyordu. Cilt tamamlandığında bu fasikülleri şehrin en iyi ciltevine götürür özenle ciltletir, ardından da evdeki kütüphanemizin en güzide rafına yerleştirirdik. Şimdi tatlı bir anı olarak kaldı o günler. Belki de kitabın yaşadığı en mesut demlerdi o dönemler. Bir kaynak kitap edinmenin ve o kitap içerisinde aradığımızı bulmanın hazzını yaşardık. Şimdi ki gençler bu hazdan yoksun yaşıyorlar.
*
En yakın dostlarımızın, bizim vefasızlığımız karşısında ahu eninle gözyaşı döktüklerinin farkında mıyız acaba? Kitaplar da ağlar mı demeyin, ağlar efendim ağlar! Bizim olanca vefasızlığımıza rağmen kadim dostlarımız yine de ümitlerini yitirmiyor; sayfalarını açıp tekrar bizimle kucaklaşacakları günü bekliyorlar, hem de hiç küsmeden. Mezarında kendisine fatiha okuyacak ziyaretçisini bekleyen mevtanın yalnızlığı ve bekleyişi gibi... Belki de sayfaları arasında bizim için şu dost sitemini saklıyor kadim dostlarımız:
*
Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler,
Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler?
(Bülbül, inleyişlerini nasıl ki güle işittiremez; aynen öyle, dostluk ve vefâdan kimseler söz etmez ben bahsetsem kimseler kulak asmaz; öyle bir zamana geldik!)
*
Fasikül fasikül ansiklopedi sahibi olduğumuz o günlerden dijital, diğer bir tabirle e-kitaplar devrine geldik. Geldik gelmesine de lise yıllarında kendi imkânlarımla edindiğim o ansiklopedilerin yerini tutmuyor bilgisayarımda kayıtlı şimdinin e-kitapları. Belki kütüphanemdeki o ansiklopedilerle aynı bilgileri saklıyorlar içlerinde, ama ruhsuzlar! Kütüphanemdeki kitaplar daha canlı, daha samimi, daha yakınlar bana. Sanki karşılıklı konuşuyoruz onlarla. Kitaplıkta sıra sıra dizilişlerini görmek huzur veriyor bana. Kitaplarımızdan birinin üzerine toz değse, yaprağının bir kenarı yırtılsa, cildinde en ufak bir hasar olsa üzülüyor, hal çaresine bakıyoruz. Onlarla aramızda böyle bir duygusal ilişki var. Şu ölümlü dünyadan son yolculuğumuza çıkmadan önce geride kalan evlatlarımızı düşündüğümüz gibi onları da düşünüyoruz. Onların biz gittikten sonra kadir kıymet bilen okuyucular elinde hayatlarını devam ettirmelerini istiyoruz. Ya evladımıza miras bırakıyoruz ya da bir kütüphaneye bağışlıyoruz. Böyle yapıyoruz çünkü kitap insanlık için en elzem ihtiyaç! Bizim her şeyimiz, hayat pınarımız, olmazsa olmazlarımız onlar. Bize hiç küsmeyen asil dostlarımız.
*
Kitabın kutlu devirlerini yaşadığı yıllarda kitap dostları vasiyetnamelerinde evlerindeki kütüphanelerin akıbetinin ne olacağını, nereye vakfedileceğini belirtme ihtiyacı hissedermiş. Bizler vasiyetnamemizde kitaplara yer verecek kadar kitap dostu muyuz acaba? Dostlarıyla hediyeleşirken kitabı tercih eden eli öpülesi güzel insanların sayıları çoğalmalı. Çağımızın kitap kurdu Ali Emiri Efendileri neredesiniz?
*
Kütüphanemizin raflarını süsleyen kitapların sayfaları arasında hayat var. Hem de bu öyle esrarlı bir hayat ki, sadece okumasını bilenler çözebiliyor ondaki esrarı. Düşünün bir kere, Mecnun hâlâ o sayfalarda yaşıyor ve hâlâ o destansı hikâye her okuyucu ile tazeliğini koruyor. Sultan Fatih, beyaz atının üzerinde İstanbul’a girerken kitaplar o kareyi ebedileştiriyor ve yaşatıyor hâlâ. Kameranın ve dijital kaydın olmadığı o devri bütün canlılığıyla kitaplar aktarıyor ve yaşatıyor bize. Hatta öyle ki Mecnun ile sohbet edebiliyor, Fatih ile İstanbul’u fethediyorsunuz. Bu anlamda hayat var kitaplarda. Bilemediğimiz, cahili olduğumuz ne hayatlar, ne bilgiler saklı kim bilir?
*
Kitaplığımızdaki o ansiklopediler bizi alır götürürdü bilgi deryasına. O deryayı fark ettikçe eksik olduğumuzun, bilgiye aç olduğumuzun farkına varırdık. Bir sihri vardı kitabın ve ayrıca bir ulviyeti. Bu yüzden evlerimizin en güzel köşesinde yer açardık onlara tıpkı gönlümüzde yer açtığımız gibi. Çalışma odamıza girdiğimizde onlardaki uhreviliği, ulviliği ve bir derviş münzeviliğini hissederdik. Odadaki atmosfer bizi çepeçevre sarar, ruhumuzu kuşatırdı. Bambaşka bir âlemin içerisinde bulurduk kendimizi. Kâğıt kokusunun ta genzimize kadar işlediği kitap sayfalarını açar, bize lazım olan bilgileri okur, not defterimize kaydederdik. Şimdi zamane talebeleri kes, kopyala, yapıştırla işlerini hallediyorlar kitabı okuyup içindeki bilgiyi hazmetmeden.
*
Google Efendi çıkalı kitabın, kütüphanenin yolunu unuttuk. Yazarak öğrenmenin, not almanın, dolmakalem kullanmanın, emek vererek bir şeyler üretmenin hazzını unutturdu bize Google Efendi. Artık birçoğumuz şehir kütüphanesinin o kitap kokan odalarına uğramıyoruz. Kütüphaneciler de öyle avare avare oturuyorlar, bürokratik yazışmalardan gayrı işleri yok. Ne gelenleri var, ne gidenleri. Çünkü kendisine bir şey lazım olan herkes Google Efendi’yi bulup ona soruyor.
*
Kitaplar sırtlarını sıvazlayacak, yapraklarına dokunacak, tozlarını üfleyecek, kendisiyle konuşacak vefakârları bekliyor internet dünyasının Google Efendisine rağmen. Google Efendi kurmuş tezgâhını, bütün albenisi ve cazibesiyle kitabın ve kütüphanenin yolunu kesmiş. Siz ne derseniz deyin, bu sonucu biz hazırladık. Kitabı hayatımızdan kendi ellerimizle biz uzaklaştırdık.
*
Kitabın eski tahtına kurulup, saltanatını sürdüreceği güzel günlerde buluşmak temennisiyle…
*
ŞİİR FALINDAN:
Gör zâhidi kim sâhib-i irşad olayım der,
Dün mektebe gitti, bugün üstad olayım der.
(Bağdatlı Ruhi)